LGS'NİN DÜŞÜNDÜRDÜĞÜ HAKİKATLER Her şeyi yerli yerine koyma anlamına gelen “adaletin” ilk önce tesis edileceği kurumların başında “okullar” gelmelidir. Yetişen nesillerin kendilerini ve dünyayı anlamlandırırken zemin olarak kullandıkları okulları tercih ederken, onlara sunulan fırsatlar ve imkanlar adalet çerçevesinde olmalıdır. Adaletin gözardı edilerek işletilen sistemler, okulları adeta birer insan öğüten değirmene çevirecektir. Okulların ilkönce kendilerine ana sınıflarından itibaren gelen çocukları, insan olarak nasıl tanımladıklarını netleştirmesi lazımdır. Çocuk eğitim yolu ile “değiştirilmesi” veya “dönüştürülmesi” ya da fıtratı korunarak “geliştirilmesi” gereken bir insan mıdır? Aslında sorunda tam burada başlamaktadır. Yıllardır eğitim felsefesi noktasında, Batı’yı esas alan milli eğitim sistemimizin tıkandığı nokta burası olmuştur. Milli eğitim sistemimiz maalesef ki yıllarca, Aristo felsefesine dayanan “ağaç yaşken eğilir” anlayışı ile nesillerimizi, arkasında evrim teorisi olan bakışla “değiştirmeye” ya da Batı Hristiyan dünyasının insanın ilk günahla doğduğu kabul ederek “dönüştürmeye” dayanan eğitim anlayışı ile hayata hazırlamaya çalıştı. Halbuki Türk tarihi eğitim sistemi biraz incelense “ağaç yaşken doğrulur” anlayışı tespit edilecek, insanın fıtraten zaten doğuştan temiz olduğu, yapılması gerekenin bu temiz fıtratın muhafaza edilmesi ve yetişen nesillerin kendisini keşfedip “geliştirmesine” zemin hazırlamak olduğu anlaşılacaktı. Bugün orta öğretime giriş ve yükseköğretime geçiş sınavında yaşanılan sıkıntıların hepsinin arka planında, insanı nasıl tanımladığımız ve bu kapsamda verilen eğitim anlayışı yatmaktadır. Eğer bir eğitim sistemi çoçuğun kendi kabiliyet ve istidatlarını ana sınıfından itibaren keşfetmeye fırsat tanıyan bir anlayışla dizayn edilemez ise bunun sıkıntısı tabiki kendini orta öğretime ve yüksek öğretime geçiş sınavında acı acı gösterecektir ki, günümüzde yaşanan da budur. Yapılması gereken açık ve nettir: İnsanı nasıl tanımladığımızın netleştirilmesi ve ona uygun bir eğitim felsefesinin hayata geçirilmesidir. Eğer bir eğitim sistemi çocuğun istidat ve kabiliyetinin neler olduğunu anlamaya ve çocuğun bu verilerle kendini keşfetmesine zemin hazırlamaya yoğunlaşırsa, zaten orta öğretime geçiş sınavında okul türleri ve daha sonrasında yükseköğretime geçiş sınavında meslek seçiminde belirli fakülteler önünde yığılma olmayacaktır. Demek ki asıl sorun insanın nasıl tanımladığında yatmaktadır. Değişime tabi tutulması gereken düşünen bir “hayvan” mı, günahkar doğduğundan değerlerle yüklenerek dönüştürülmesi gereken bir “günahkar” mı, yoksa zaten temiz yaratılmış sadece fıtratını koruması ve keşfetmesi için zemin hazırlanması gereken bir “eşrefi mahlukat” mı? Her fert özeldir. Her insanın kendine has bir şahsiyeti vardır. Bu kapsamda okullar tek tip insan üreten bir fabrika değildir. Her bir ferdin adeta kendine has bir müfredatı vardır. Okulların genel müfredatı hazırlarken çocukların bu özel müfredatları da hesaba katmalıdır. Eğer bu nokta dikkate alınmaz ise, her yıl yeni bir sınav sistemine geçmenin ve nitelikten yoksun üniversite mezunlarının sayısını artmasının önüne maalesef ki geçilemeyecektir. Mesele insana kıymet verme ve ona göre bir sistem inşa etmekten geçmektedir. Bu anlayışı harekete geçirmekte adaletin bir gereğidir. Yoksa maalesef ki yetişen nesillerimiz sebebi olmadıkları olumsuzlukların maddi ve manevi tehditleri ile mücadele etmeye devam edecektir. MUSTAFA GÜÇLÜ ANADOLU EKSEN GENEL BAŞKANI Köşe yazısının linkidir http://www.enpolitik.com/kose-yazisi/2263/lgsnin-dusundurdugu-hakikatler.html
LGS'NİN DÜŞÜNDÜRDÜĞÜ HAKİKATLER Her şeyi yerli yerine koyma anlamına gelen “adaletin” ilk önce tesis edileceği kurumların başında “okullar” gelmelidir. Yetişen nesillerin kendilerini ve dünyayı anlamlandırırken zemin olarak kullandıkları okulları tercih ederken, onlara sunulan fırsatlar ve imkanlar adalet çerçevesinde olmalıdır. Adaletin gözardı edilerek işletilen sistemler, okulları adeta birer insan öğüten değirmene çevirecektir. Okulların ilkönce kendilerine ana sınıflarından itibaren gelen çocukları, insan olarak nasıl tanımladıklarını netleştirmesi lazımdır. Çocuk eğitim yolu ile “değiştirilmesi” veya “dönüştürülmesi” ya da fıtratı korunarak “geliştirilmesi” gereken bir insan mıdır? Aslında sorunda tam burada başlamaktadır. Yıllardır eğitim felsefesi noktasında, Batı’yı esas alan milli eğitim sistemimizin tıkandığı nokta burası olmuştur.
Milli eğitim sistemimiz maalesef ki yıllarca, Aristo felsefesine dayanan “ağaç yaşken eğilir” anlayışı ile nesillerimizi, arkasında evrim teorisi olan bakışla “değiştirmeye” ya da Batı Hristiyan dünyasının insanın ilk günahla doğduğu kabul ederek “dönüştürmeye” dayanan eğitim anlayışı ile hayata hazırlamaya çalıştı. Halbuki Türk tarihi eğitim sistemi biraz incelense “ağaç yaşken doğrulur” anlayışı tespit edilecek, insanın fıtraten zaten doğuştan temiz olduğu, yapılması gerekenin bu temiz fıtratın muhafaza edilmesi ve yetişen nesillerin kendisini keşfedip “geliştirmesine” zemin hazırlamak olduğu anlaşılacaktı.
Bugün orta öğretime giriş ve yükseköğretime geçiş sınavında yaşanılan sıkıntıların hepsinin arka planında, insanı nasıl tanımladığımız ve bu kapsamda verilen eğitim anlayışı yatmaktadır. Eğer bir eğitim sistemi çoçuğun kendi kabiliyet ve istidatlarını ana sınıfından itibaren keşfetmeye fırsat tanıyan bir anlayışla dizayn edilemez ise bunun sıkıntısı tabiki kendini orta öğretime ve yüksek öğretime geçiş sınavında acı acı gösterecektir ki, günümüzde yaşanan da budur.
Yapılması gereken açık ve nettir: İnsanı nasıl tanımladığımızın netleştirilmesi ve ona uygun bir eğitim felsefesinin hayata geçirilmesidir. Eğer bir eğitim sistemi çocuğun istidat ve kabiliyetinin neler olduğunu anlamaya ve çocuğun bu verilerle kendini keşfetmesine zemin hazırlamaya yoğunlaşırsa, zaten orta öğretime geçiş sınavında okul türleri ve daha sonrasında yükseköğretime geçiş sınavında meslek seçiminde belirli fakülteler önünde yığılma olmayacaktır. Demek ki asıl sorun insanın nasıl tanımladığında yatmaktadır. Değişime tabi tutulması gereken düşünen bir “hayvan” mı, günahkar doğduğundan değerlerle yüklenerek dönüştürülmesi gereken bir “günahkar” mı, yoksa zaten temiz yaratılmış sadece fıtratını koruması ve keşfetmesi için zemin hazırlanması gereken bir “eşrefi mahlukat” mı?
Her fert özeldir. Her insanın kendine has bir şahsiyeti vardır. Bu kapsamda okullar tek tip insan üreten bir fabrika değildir. Her bir ferdin adeta kendine has bir müfredatı vardır. Okulların genel müfredatı hazırlarken çocukların bu özel müfredatları da hesaba katmalıdır. Eğer bu nokta dikkate alınmaz ise, her yıl yeni bir sınav sistemine geçmenin ve nitelikten yoksun üniversite mezunlarının sayısını artmasının önüne maalesef ki geçilemeyecektir. Mesele insana kıymet verme ve ona göre bir sistem inşa etmekten geçmektedir. Bu anlayışı harekete geçirmekte adaletin bir gereğidir. Yoksa maalesef ki yetişen nesillerimiz sebebi olmadıkları olumsuzlukların maddi ve manevi tehditleri ile mücadele etmeye devam edecektir. MUSTAFA GÜÇLÜ ANADOLU EKSEN GENEL BAŞKANI Köşe yazısının linkidir http://www.enpolitik.com/kose-yazisi/2263/lgsnin-dusundurdugu-hakikatler.html
Adınız Soyadınız
E-Posta
Girilecek rakam : 658938
Lütfen yukarıdaki rakamları yazınız.